23 Eylül 2006

Ramazan kapımızda,biz neredeyiz...

Ramazan ayı kapımızda.Bu gece ilk orucumuzu tutmak adına sahura kalkacağız.Uzun zamandır unuttuğumuz gecenin rengini tekrar yaşayacağız.İnşallah kararan kalplerimize bir ışık olur.İbadetlerimizden zevk alabilmek için bir vesile olur.İslam aleminin Ramazan ayı mübarek olsun.

İki mekan arasında sıkışmak..


Hayatımızdaki soru işaretleri zamanı geldikçe yerlerini cevaplara bırakıyor.An’dan başka bir An’a geçiş bazen sancılı bazen rahat oluyor.Gerçek sıkıntı insandan insana geçişte yaşanıyor.Bir zamanlar bir kelime vardı çok kullandığımız ve sıkıntısını çektiğimiz. “Alışkanlıklarımız” .Sevdiğimiz insanlardan beklediğimiz karşılığı alamamanın kırgınlığı.Veya bir mekanın farkında olmadan bize verdiği rehavet.Adıyaman-Gölbaşına geldiğimde bunları düşündüm.Bir soru işareti daha silindi hayatımdan.Ve yerini farklı bir mekan,farklı insanlar ve farklı ama bildik duygular aldı.Yaşantıma zenginlik kattı.28 günlük Malatya acemilik döneminden sonra dağıtımım Gölbaşı Askerlik şubesine yapıldı.Diğer arkadaşların dağıtım yerlerine göre en iyi yer benimki gibi görünüyordu.Malatya ve özellikle Tuncelinin ilçelerine göre Gölbaşı ortalama 28 bin nüfusuyla ve sosyal ortamıyla oldukça iyi.Herkesin morali bozuktu.Dağıtımın Malatya ve ilçelerine yapılacağını beklerken nerden çıkmıştı Tunceli,Elazığ ve ilçeleri?Arkadaşlar dağıtım oldukları yerlerin ne kadar rahat mekanlar olduğunu birbirine anlatarak kendilerini avutmaya çalışıyordu.Ama hepsi saçmaladıklarının farkındaydı.Bense gideceğim yeri çok önemsemedim.Çünkü dünyada hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inandım bugüne kadar.Gölbaşına gitmem gerekiyorsa bu hayatımın bütünlüğü adına gerekli olduğu içindir.O mekanda olmam gerektiği için oradayımdır.Adıyaman Malatyanın güneyinde kalıyor.Gölbaşı ise Adıyamanın batısında.Malatyanın merkezindeki ilçelere giden minibüslerin olduğu garaja gidiyorum.Ve gölbaşına giden minibüsü buluyorum.Kaptan arabanın dolu olduğunu ama ortaya konulmuş seyyar bir oturakta gidebileceğimi söylüyor.Durumun artı ve eksilerini gözden geçirerek tamam diyorum.Bir Ford-Transitin içinde ön koltukların arkasına yerleştirilmiş arka dörtlüye bakan bir tabure.Arka koltuklarda 20’li yaşlarda dört bayan bulunuyor.Diğer koltuklardaki yolcuların ise biri hariç diğerleri bay.Öyle bir durum ki,herkes bana bakıyormuş gibi bir görüntü oluşuyor.Ben ise ara sıra sağ elimle yanağımı kaşıyarak parmağımda yüzük olmadığını gösterme telaşındayım J Yolculuğun iki saat süreceğini bilmiyorum.Aradan bir saat geçtikten sonra oturduğum tabureden kaynaklanan rahatsızlıklar nüksetmeye başlıyor.Fakat asker olmanın verdiği güçlü görünme durumu ve arkada oturan bayanların bana bakma ihtimali sebebiyle hareket edemiyorum.Rahatsızlığın derecesi arabanın her tümsekten geçişinde biraz daha artıyor.Derken arabamız bir yerleşim yerinin kenarında beş dakikalık dinlenme molası veriyor.Fakat vücudum tabureyle bütünleştiği için bir türlü ayrılık hasıl olmuyor.Bir süre sonra beynim ve vücudum arasındaki çatışma beynimin zaferiyle sonuçlanıyor.Ve kendimi arabadan dışarı atıyorum.Malatya merkez de dahil buraya gelene kadar doğanın yeşilliğinden pek faydalanamadık.Sanırım bundan sonrası daha yeşil olacak.Gerçektende az sonra yeşilin değişik tonları selamlıyor bizi.İçimiz açılıyor ve gölbaşına giriyoruz.Kaptana Askerlik şubesine nasıl gidebileceğimi soruyorum.Sağolsun rotasında olmadığı halde beni şubenin önüne kadar getiriyor.Teşekkür ediyorum ve iniyorum.Şubenin demir parmaklıklı dış kapısının önündeyim.Demir parmaklıklar arkasında bir nöbetçi asker var.Kapının önüne gelince ‘hayrola’ diyor kaşlarını çatarak.Bir la havle çekiyorum içimden. “Malatya çakmak kışlasında dağıtımım buraya yapıldı.” Cevap yine enteresan. “ Ne dağıtımı?” Şeytan diyor bu adamla aynı mekanda askerlik yapmaktansa çek git eski yerine. “ askerlik dağıtımı” diyorum hafif sinirli bir tonla. “ Haaaaaa.Tamam.Sen yeni gelen çavuş olmalısın.Kısa dönem misin?” Bu arada ben hala dışarıda bekliyorum ama hala kapıdan içeriye girme umudum var.Olayın ehemmiyetini anladıktan sonra arkadaş kapıyı açıyor.(Daha sonra bu şahısla konuştukça samimi ve gelişime açık bir insan olduğuna şahit oldum.)Nihayet içeriye giriyorum.

(Arkası gelecek)

16 Eylül 2006

Aklın çıkmazları - Gönlün sonsuzluğu


Bu topraklarda zaman geçmiyor.Huyundan mıdır,suyundan mıdır bilmem!Üniversitede geçirdiğim beş yıl ile asker olarak geçirdiğim onbeş gün birbirine eşit gibi geliyor.Zaman kavramı ne kadar mefhum.Askerlik psikolojik bir bunalım.Kişinin kendisi ve kendisi arasında geçen gerilim.Sinir sisteminin sonuna kadar zorlanması.İnsanın kendisiyle çatışması.Güneşin beyin hücrelerini öldürmesi.Karşımızda Beydağları.Sarp,dik ve çıplak."Çavuşum bu dağlar aşılır mı?" "Aşılır hocam.Ben daha yüksek olanlarını gördüm." Çavuş Abuzer.Adıyamanlı.Sivil hayatta Balıkesir-Gönende çalışıyor.İyi niyetli,samimi.İsminin nerden geldiğini soruyorum.Asr-ı Saadette yaşayan sahabelerden Ebu Zer'den geldiğini söylüyor.Adıyamanda çok kullanılan bir isimmiş Abuzer.Bilmiyorum Çavuşum.Sivilken geçilir derdim ama askerken sanki daha dik görünüyor bu dağlar.Ne bu dağlar geçilir,ne de bu askerlik biter gibi geliyor.Bir bunalımın eşiğindeyim.Bağırarak şarkı söylüyorum.Alay Komutanlığının önünden geçiyorum.Eğitim alanına geliyorum.Sıraya geçiyoruz.Ellerimizde silahlarımız.4 kg'lık G3 piyade tüfekleri.Bunalım derinleşiyor.Gözlerim ufukta.Bu ruh haliyle eğitime başlayamam.Bunun sonu isyana gider.Derken Allahın rahmeti geliyor.Rütbeliler öğlenden sonra yoklarmış.30 Ağustosla alakalı bir toplantı.Eğitimden sorumlu Asteğ. eğitime başlamadan 20 dk. mola veriyor.Bu bir mucize olmalı.Şükrediyorum.Bu bir rahmet.Bunun başka bir tarifi yok.Bu arada kendimi toparlıyorum.Sonra yarım saatlik eğitim ve 20 dakikalık mola.İkinci molada bir-iki arkadaş ve asteğ. eğitim alanının çayevinde çay içiyoruz.Bu arada Ahmet Kaya çalmaya başlıyor radyoda.Düşünüyorum.Malatyada 2.Ordunun kalbinde eğitim alanında Ahmet Kaya dinlemek.Tekrar sıraya geçiyoruz.Bir şekilde günü bitiriyoruz.
Askerde insanın yalnız kalması tehlikelidir derler.Bu bir noktaya kadar doğru.İnsan kendi kendine kaldığında şeytanın düşüncelere nifak sokması daha kolay oluyor.Düşünceler karmaşıklaşıyor.Ve farkında olmadan bunalıma düşüyorsun.Oysa Allahı anarak yaşadığın yanlızlık öyle mi?Mekanı ve zamanı huzur kuşatıyor.Sabah namazından sonra Kuran mealiyle bölük binasının önüne çıkıyorum ve okuyorum sabahı.Günün en huzurlu anları.İşte yanlızlığın anlamının bulduğu anlar.
İnsan yaptığı işten zevk almadığında zaman duruyor.Saniyeleri ardından iteklemek boşuna.
Bir askerin en duygusal anları genellikle telefon konuşmalarından sonraki anlar oluyor.Senin için zaman duruyor.Oysa dışarıdaki insanlar bir şeylerin mücadelesini veriyor veya farklı duygu ve düşüncelerin paylaşımını yaşıyor.Sanırım insanı duygusallaştıran bu mücadelenin veya paylaşımın dışında kalmak.Yani pasif insan olmak.Hayatı bir telefon vasıtasıyla dışardan izlemek.Bu sınırlar içinde yaşamaya başladıktan sonra dış dünyada yarım bırakılmış bir gönül bağım olmadığı için kendimi şanslı hissettim.Sevdiğinin senin etki alanının dışında olması insanı çok yıpratıyor.Ama şu da bir gerçek ki,dışarıda seni bekleyen bir bayanın olmadığını bilmek ayrı bir boşluk.Bir gönül sızısı.Bu ikilem içersinde yaşayıp gidiyor insan.
Pazartesi günü Nuri Amcayı aradım.(kendisi konyanın manevi dinamiklerindendir.belki de yaşayan son osmanlı).Bir süre sohbet ettik.Bu zatın samimiyeti,sıcaklığı,edebi ve adabı 2.Ordunun tüm askerlerini etkilemeye kafi gelir diye düşündüm.Konuşmamızın bitimine yakın benden dua istedi."Nasıl olur Hocam,biz sizin duanıza muhtacız."dediğimde"Evladım askerin duası makbuldür."dedi.O günden sonra daha çok dua etmeye başladım,makbuliyetine inanarak.Yakınlarım adına,dostlarım adına,Lübnan halkı adına,Irak adına,dünya müslümanları-dünya insanları adına...

(Bu yazı 27 Ağustosta Malatya muhabere alayındayken yazdığım bir yazıdır.11 Eylül 2006 itibarıyla Adıyaman-Gölbaşına dağıtımım oldu ve askerliğimin bitene kadar burada kalacağım muhtemelen.Burasıyla ilgili yazıyı haftaya yayınlayacağım.)

10 Eylül 2006

Özgürlüğe Kaçış


28 gün sonra ilk defa dün askeri sınırlar dışına çıkabildim.Yemin töreninden sonra cumartesi ve Pazar günleri için çarşı izni aldık.Hayatı kıyısından izlemektense içinde yaşamak istedik.Cumartesi sabahı gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra nizamiye kapısına geldik.Nizamiye kapısının diğer tarafına baktım.Bu kapıdan ilk girdiğim anı hatırladım.Gayet neşeliydim.Hayata renkli bakabiliyordum.Bir aylık askerlik hayatı bu renkleri benden götürmüş gibiydi.Hayat siyah beyaz bir televizyonun ekranından yansıyan görüntülere benziyordu.Ama heyecanlıydım.Kaybettiğim renkleri tekrar kazanmak için sabırsızlanıyordum.Ve dışarıdayım.Özgürlük ne kadar hafifmiş.Bir teğmenin veya albayın bir askere bir anlık bakması o askere bir tonluk ağırlık yükleyebiliyor.Artık bunların hiçbir önemi yok.Dışarıdayım.Kendimi esaret prangalarından kurtulmuş özgürlük abidesi gibi hissediyorum.Ayaklarım postalların hantallığından kurtulmanın sevinç çığlıklarını atıyor.Gözlerim sivil insan görmenin sarhoşluğu içinde.Sivil kelimesinin her harfini öpmek lazım.Askerlik yaptığımız kışla şehir merkezine yaklaşık 15 km uzaklıkta.Bu yüzden belediye otobüsüne biniyorum.Ama asla arkama bakmıyorum.Ve şehir merkezi.Kışlaya sadece sabah,akşam,takvim gibi gazete görüntüsünde kağıt parçaları geliyor.Gerçek bir gazete okuma hasretiyle gazete bayiine koşuyorum.Bir yeni şafak.Bir çay bahçesinde cam bardaktaki (askerin kışlada en çok hayalini kurduğu şeylerden biride cam bardakta çay içmektir.) çayımı yudumlarken gazetemi okuyorum.Fehmi Korudan sonra Yusuf Kaplanın yazısı. “Entelektüel,aydın,elit,akademisyen figürleri,seküler figürlerdir;bakış açıları ve ufukları dardır;görüş alanları da sınırlı ve sınırlayıcıdır.” Düşündüklerim ama ifade edemediğim cümleler bunlar.Yusuf Hoca (kendisi akademisyendir aynı zamanda) devam ediyor: “Yalnızca Türkiyenin değil,dünyanın sorunlarının gerçek boyutlarıyla anlaşılabilmesi ve anlamlandırılabilmesi için ‘alim,arif,hakim’ kişiliklerinin öncü bir ‘mütefekkir’ figürüne ihtiyaç vardır.” Kaleminize,yüreğinize sağlık hocam.Bizler sizin gibi mütefekkirler sayesinde yeni bir medeniyet tasavvuruna sahibiz.Özellikle ‘alim-arif-hakim-mütefekkir’ kelimeleri üzerinde düşünelim arkadaşlar.Çünkü yeni bir medeniyet bu kelimeler üzerine kurulabilir ancak.
Son zamanlarda İskender Palayı okuyorum.Babilde ölüm İstanbulda aşk.Koğuşta,nöbette hatta bölük binasının önündeki çam ağacının altında.Askerlik hayatı insanı daha bir romantik hale getiriyor.Herhalde mevcud disiplin anlayışına bir tepkidir.Bilmiyorum.Ama bu duygu beni bir aşk romanı okumaya sevketti.Sivildeyken çok okumak istememe rağmen okuyamamıştım bu kitabı.İlk yüz-yüzelli sayfa iyi kötü bir şekilde gitti.Özellikle yüzelli sayfa sonra kitap tam bir polisiye romana dönüştü.Bence Divan edebiyatına aşina yönüyle tanınan yazara bu kitap hiç gitmemiş.Sanki kendini fazla zorlamış gibi.Olaylar çok farklı yönlere gidiyor.Çok zıt kutuplara.Bu da kitabı itici kılıyor.Ayrıca yazar edebi yönünü hiç ortaya koymamış.Oysa ben kitabı özellikle İskender Hocanın divan edebiyatından aldığı ilhamla yazmasını umardım.Dolayısıyla bu kitap benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.Bugün simyacının yazarı Paulo Coelhonun son çıkan kitabını aldım:Hac.Ardından İlber Ortaylının ‘Osmanlıyı yeniden keşfetmek’.Umarım bu kitaplar yeni açılımlara vesile olur. Haftaya muhtemelen doğuda herhangibir askerlik şubelerine dağıtımım olacak.İstanbul-Ç.kale-Konya-Malatya-? Yaşam alanlarımız şimdilik buralar oldu.Her gün bir soru işaretini aşıyoruz.Gönül pınarı akmaya devam ediyor.Hayatın renklerini paylaşmaya devam ediyoruz.Birlikte,beraber...