22 Nisan 2007

Gerİl(e)mek

Gökhan Özcana bir gün insan en güzel yazılarını duygusallaştığı anlarda yazıyor.Bu biraz garip değilmi şeklinde bir mail yollamıştım.Hayır demişti,bu gayet normal.Çünkü insanın en duyarlı olduğu anlar duygusallaştığı anlardır.Cümleler tam olarak böyle değildi belki ama içerik olarak bunları ifade ediyordu.

Osmanlı devletinin yıkılışı,insanın yaşlanışı,günün geceye dönüşü,tutkunun sevgiye-sevginin aşka yönelişi,Pazarın Pazartesiye Nisanın Marta geçişi,mevsimin yaza-yaşın yirmi altıya-zamanın hayatın ortasına yürüyüşü…İnsan yüreği ne kadar geniş.Bu yoğunluğu aynı anda duyumsayabiliyor.


Bazen çok boş yaşadığımı düşünüyorum.Sonra da kendime bahaneler üretiyorum.bir reklam panosunda bir yazı vardı bir zamanlar.Durmak gerilemektir diyordu.Gerilemek...Doğru diyordu bir dostum,ama her zaman gerilemek değildir durmak,bazen de gerilmektir.Ben neyi yaşadığımdan pek emin değilim son zamanlarda.Hayatın farklı bir safhasına geçiş sancıları belki de.Kendi hayatını elde edebilme sorumluluğu ve çevremdekilerin önemsediklerini önemsememenin sorumsuzluğu.Düşüncelerden uzak bir yaşamın hafifliği ve bazen hissetmenin,akletmenin ağırlığı.Sanırım insan,yaşadığı sürece istese de istemese de bir şekilde arafta kalıyor.Arafta kalmak dengede olmak anlamına gelebilir mi acaba?

Bir arkadaş yazılardan birine güzel bir şiir göndermiş.Herhangi bir isim bırakmamış.İsimsiz şairlerden.Yinede şiirini bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.yüreğine,ellerine sağlık


hafifçe ısırılmış bir dünyanın ucundayım
ellerim uzanmış üşüyormuşum
acılar yalnızlığımızın ortak aynası olmuş
düşlerde gördüğümüz hep o derin anlam

ben nerdeyim ? hangi düş benim ?
sen nerdesin ? hangi roldesin ?
hafifçe belirmiş bir gülün açışındayım
daha derin daha sıcak bir yerlerdeyim

içimde büyuttüğüm hep o sorular
başka yüzlerde neden
neden anlam buluyorlar ?
ben nerdeyim ? hangi düş benim ?
sen nerdesin ? hangi roldesin ?

21 Nisan 2007

Feleğin her cevrine tahammül gerek


Bir akşam üstü.Akşam yemeğini yemekle meşgulüm.Kafamda garip düşünceler.Ve çalan telefon. “Mahkemeden kağıt geldi.Perşembe günü mahkemen varmış.” Kimin tavuğuna kışt dedik diye düşünürken askere 6 ay geç gittiğim geldi aklıma.Ardından askerlik işlemleri sırasında ifademin alınması ve orada görevli bayanın “yaptıklarının hesabını vereceksin” tarzında hınzırca gülüşü canlandı gözlerimde.Ve şimdi yani askerliği bitirdikten 3 ay sonra gelen mahkeme kağıdı.Tövbe tövbe desemde çalıştığım kurumdan bir günlük izin alıp düşüyorum mahkeme yollarına.Gayet rahat ve umarsız bir ruh haliyle giriyoruz halihazırda bulunan meskenin kapısından.Bir şekilde duruşma salonunu da bularak başlıyoruz beklemeye.Tabii biz insanların bir sıralamaya göre içeriye alınacağını varsayıyoruz.Ve içeriden ismimizin anons edileceğini umuyoruz.Fakat bir ara kapıdaki görevlinin garip bir yöntem izlediği dikkatimi çekiyor. “Sen gel,sen de gel,sen dur gelme,hele sen hiç gelme” Allah Allah,her halde bilmediğimiz bir şey var diyorum.Ama bu görüntü merakımı o kadar cezp ediyor ki kapıdaki görevliye sormadan edemiyorum. “Afedersin neye göre seçiyorsun insanları? Yani kendimi pazarda görücüye çıkmış tezgahtaki armut gibi hissediyorum da.” Cevap gecikmiyor: “Bak arkadaşım burada bir öncelik var.Önce bayanlar ardından yaşlılar en son olarakta gençler.” Haydaaaaa.Şimdi gülsen bi dert gülmesen bi dert.Güleceğim korkuyorum maazallah adaleti hafife almaktan müebbet hapis cezasına çarptırılacağız.Kardeşim burası otobüs durağı mı yoksa mahkemenin giriş kapısı mı? Yok yani uygulama güzel ama ne bileyim sanki biraz garip.Neyse olayın çok fazla üzerinde durmadan geçiyorum bir kenara oturuyorum.Daha önce hiçbir hakimle muhatap olmadığımız için adama nasıl hitap edeceğim takılıyor aklıma.Sayın hakim desem,pek olmadı gibi.Bari bir bilene soralım deyip orada hazır bulunan bir avukata soruyorum.Hakime hitap ederken ‘Hakim bey’ şeklinde hitap etsek çok mu klasik kaçar acaba.Yani biz türk filmlerinde bugüne kadar hep böyle gördük.Avukat ne dese beğenirsiniz ;Ya hakim koltuğunda oturan kadınsa ! Bak bunu hiç düşünmemiştim.Canım sıkılıyor.Kadının mahkemede ne işi var kardeşim,hele hakim koltuğunda.Anlat şimdi derdini anlatabilirsen.Derken kapıda duran görevli memur bir ara yerinden ayrılıyor.Fırsat bu fırsattır diyerek dalıyorum mahkeme salonuna.Hakimde şaşırıyor. “Sen kimsin kardeşim”.İsmimi söylüyorum.Tamam diyor geç.Geçelim geçmesine de nereye.Önümde iki yer var.Sanırım biri şahitler için diğeri de sanıklar için.İşin komik tarafı ben ne olduğumu bilmiyorum,sanıkmıyım şahitmiyim.Bir an düşünüyorum.Sanık olmaktansa şahit olmak daha iyidir diyerek şahit mahalline geçiyorum.Ama adalet ilk tecellisini sergiliyor.Ve hakim sanık sandalyesinin yerini işaret ediyor.Hakim bey durduğum yerin ne önemi var sonuçta tek kişilik bir dava desemde kar etmiyor.Adalet yerini buluyor ve biz geçiyoruz gösterilen yere paşa paşa.Adamlar öyle bir yer yapmışlar ki üç tarafı bele kadar kapalı hayattan tecrit edilmiş ufak bir mahal.Bakmayın sanık sandalyesi dediğime sandalye falan yok.Ayaktasın.Sanığın suçlu psikolojisine bürünmesi için bütün şartlar hazırlanmış.İnsan o mahale girince direkt kendini suçlu gibi hissediyor zaten.Birinin çıkıpta bir suç isnat etmesine gerek yok.Cezam neyse çekerim hakim bey kırın kalemi diyesi geliyor insanın.Hakimden önce katip başlıyor sorgulamaya.Adın,soyadın,doğum yerin…..Dur kardeşim sen kimsin,ben kimim,burası neresi bi besmele çekelim hele demeye kalmadan hakim giriyor söze.Yap savunmanı. “Efendim Kpss sınavına girmek için 6 ay bakaya olarak kaldım.Baktım sağa sola herhangi bir savaşta yok biraz geç gitsem kimseye bir zararı dokunmaz diye düşündüm.Pişmanım.” Pişmanım kelimesi pek inandırıcı olmadı ama söylemiş olduk bir kere.Hakim önünde duran belgelere bakarken “ulan ne yapsam da şunun hayatını zindan etsem” görüntüsü oluşturuyor adeta.Ben bu arada sanık kürsüsünde kayboluyorum,eriyorum.Bir ara hakimin gözüne mahkeme kapısından içeriyi gözetleyen bir avukat takılıyor. “Sen” diyor hakim.Avukat şaşırıyor ben mi tarzında bir el hareketi yapıyor. “Söyle bakalım bu durumda verilecek ceza nedir?” Ben şaşırıyorum,katibe bakıyorum o da şaşırmış avukatı soracak olursanız o zaten bir hüküm verecek olmanın heyecanıyla sendelemiş durumda.Herkes hakimin şaka yaptığını zannediyor ama adam gayet ciddi.Avukat “valla hakim bey ne desem yalan olur” diyor.Biraz rahatlar gibi oluyorum.Hakim sonra bana dönerek “ karşıma ilk defa böyle bir dava geldi,valla ne desem yalan olur” demez mi !Ben bayıldım bayılacam.Biraz düşündükten sonra hakim “sen biraz bekle ben birazdan geliceğim” deyip çıkıp gidiyor mahkeme salonundan.umarım bu defa gidipte çaycıya danışmaz diye geçiriyorum aklımdan.Demek ki avukat kırın kalemi dese kelleyi kurtaramıcaz.Neyse 10 dakika sonra hakim geri dönüyor,elinde bir kağıt başlıyor okumaya.Bilmem hangi kanunun 64.maddesi gereği 6 ay ila 5 yıl arası hapis cezası.Şimdi kelleyi kurtardığımıza mı sevinelim yoksa giden memuriyet hakkımıza mı üzülelim.Bu esnada ama dur diyor,bu değilmiş.64’le değilde 63’le yargılayalım seni.Ben bu arada hayattan kopuyorum.Vücudum salonda ama ruhum epeyce bir bu alemden uzaklaşmış.Yaz diyor katibe.Sanığın 3 ay hapis cezasına çarptırılmasına iyi halinden cezanın 2 ay 15 güne indirilmesine bununda günlük 20 ytl’den toplam 1500 Ytl para cezasına çevrilmesine karar verilmiştir.Dur dur unutmayalım 4 ytl de mahkeme masrafı.Yani eski para birimiyle bir milyar beşyüz dört milyon lira para cezasıyla sıyrılıyoruz işin içinden.Hakim tamam gidebilirsin diyor ama nereye gidiyorsun ruh bedenden ayrılmış geri gelmesi biraz zaman alıyor.Tam kapıdan çıkarken ‘bu arada temyiz yolunu kapattım bu kesin hükümdür haberin olsun’ diyor.Kardeşim belamısın çık hayatımdan artık çattık be! diyerek uzaklaşıyorum mekandan.
Bunlar işin görünen tarafıydı.Oysa hayatta yaşadığımız olayların tesadüf olmadığına inanan biri olarak görünenin ardındaki görünmeyenle ilgilenirim daha çok.Bu bir rahmet miydi yoksa yaptığımız hataların karşılığı olarak bir ceza mı? İşte önemli olan bu.Yaşanılanların ardından üzülmek hiçbir şeyi değiştirmediğine göre yapılacak tek şey sabretmek ve düşünmek.Bildiğim kadarıyla aynı harekette bulunduğu halde ceza alan yok.Mahkemeler yapılanın çokta büyük bir suç olmadığını düşünüyor ki öyle zaten.Buna rağmen ceza alıyorsak ne diyelim lütfunda hoş kahrında hoş.

11 Nisan 2007


Geçen hafta sonunun en ilginç haberi bence M.Ali Şahinin Çin’de bir panda ayıyla olan muhabbetiydi.Ayıcık sayın bakanımızın kucağında gerçekten güzel pozlar vermiş.Daha sonra sanırım hayvan sayın bakandan hoşlanmış olacak ki ona sarılmış.Bana soracak olursanız bu çokta doğru bir davranış değil.Her ne kadar ayı bunu kavrayacak akli melekelere sahip olmasa da sayın bakandan bunu önceden görmesini beklerdim.Maazallah bu resim deniz baykalın eline geçerse bunu koz olarak kullanmak için aklın sınırlarını zorlar.

Bir gazetenin pazar ekinde bir bayan arkadaş yalnızlıkla alakalı bir yazı yazmış.Oldukça eğlenceli olan bu yazıdan hoşuma giden bir bölüm: Son zamanlarda duyduğum ve bayıldığım iki söz var.
1. “Nescafe bile üçü bir arada,ben hala yalnızım” ve,
2. “Ex’ten next olmaz” (Eski sevgilileri tekrar hayatlarına sokanlardan bahsediyor)

Yazının devamında bekarların evli çiftlerden daha şanslı olduklarından bahsetmiş. “Kadını erkeği,kimi görsem yalnızlıktan şikayet ediyor.Evli olanlar,iki kişilik yalnızlıklarından yakınırken,bekarlarda hayatı beraber paylaşacak doğru düzgün birilerinin artık kalmadığından ! En kötüsü de o iki kişilik yalnızlıklar.Yanında cisim olarak biri varken,ruhun terk edilmişlik hissi yani…” Sanırım bu cümleler bekar kalmanın bahanesi olabilecek kapasitede.
Bu haftaki Gerçek Hayat dergisinde Yoksulluk üzerine yazılmış bir yazıda bir anekdot dikkatimi çekti.Gecekondu bölgelerinde yapılan bir araştırmada “Bir gün zengin olmayı ister misiniz?” şeklinde bir soru soruluyor insanlara.Ve bu insanların büyük çoğunluğu hayır diyor.Bu biraz enteresan değil mi sizce de.Yani aramızda zengin olmayı istemeyen var mı? Ben kendimce iki sonuç çıkarıyorum bu durumdan.Ya bu insanlar zengin olmaktan gerçekten ümitlerini kesmişler bu cevaba yöneliyorlar,ya da televizyon ekranlarından gördükleri o zengin insanların o saçma sapan hayat tarzlarına ayak uyduramamaktan korkuyorlar.Bence bu araştırılmalı.

08 Nisan 2007

Uyanişlar...


Bir pazar sabahına davul sesiyle uyanmak gerçekten içaçıcı.Sersemlemiş bir halde yataktan kalkarken neler olduğunu anlamaya çalışıyorsun.Ama bu kolay olmuyor.sersemlemenin de etkisiyle kapıyı bulsan pencereyi bulamıyorsun.Yüzünü yıkamak istiyorsun lavaboyu bulamıyorsun.Sonra bir şekilde bulduğun bir pencereden dışarıya bakıyorsun.Dışarısı karnaval yeri gibi.Sokağın bir kenarında büyük siyah kazanlarda yemekler pişiriliyor.Her tarafta davulun sesiyle oynayan insanlar.Kimisi tek başına kimisi 2 li 3 lü gruplar halinde.Bu çok komik görünüyor ilk başta.Ama bir o kadar da eğlenceli.Bu esnada saate bakmak geliyor aklıma.Aman Allahım ! Saat daha sabahın 11’i.Bu insanlar ne zaman yataklarından kalktılar da hem davul çalıp hem oynamaya başladılar.Bu eğlencenin sebebini düşünüyorum.Yan dairedeki arkadaşın bu aralar evleneceği geliyor aklıma.Ah be kardeşim,biraz daha sessiz evlenemezmiydin sanki.Geleneklerimizi ve göreneklerimizi seviyorum.Ama gürültüsüz olanlarını.Davul ve zurna eşliğinde kahvaltı yapıyorum.Bilgisayardan bir müzik açıyorum ama dinlemek ne mümkün.Anlıyorum ki şartları zorlamanın bir anlamı yok.Olayları oldukları gibi kabullenmek lazım.Odamın havalanması için penceremi açıyorum.Kazanların altında yanan odunların kokusu geliyor burnuma.Sonra köyüm düşüyor aklıma.Ananemin toprak fırınında yaptığı ekmeklerin kokusu.Dağlarında kokladığım kır çiçekleri.Sonra eşeği dedemin.Üzerine binip dünyayı keşfe çıktığım.Traktör tepesinde domates tarlasına gidişlerimiz.İnsan bazen köyünün gübre kokusunu özlüyor dediğimde bu garip geliyor çevremdekilere.Uzun yıllar yaşamışlığım yok bu topraklarda.En uzun kalışım 15 gün yanlış hatırlamıyorsam.Belki de bu değerli kılıyor oraları.Artık ne dedem var ne de ananem.Ama ben her gidişimde yine yaşıyorum bu hatıraları tekrar tekrar,sanki onlar varmış gibi.O ocağın başına her geçişimde o ekmeğin kokusunu duyuyorum.Eskiler dünyadan çekip gidince dünyanın tadı kaçtı gibi geliyor bazen.Eski toprak dediğimiz insanlar hayatı bizden daha farklı görüyorlardı.En azından ben dedemde bunu görüyordum.O zamanlar küçük yaşlarda da olsam bunu anlayabiliyordum.Ve ona her sarılışımda bu farlılığı,sıcaklığı hissedebiliyordum.Ruhları şad olsun.