27 Şubat 2007

Maziye bir bakıver,neler neler bıraktık


Geçmiş yıllarda yazdığım kısa yazılara rastladım kitaplığı karıştırırken.İşte bazı örnekler :

Elif Şafağın Med Cezir Yazıları isimli kitabını okuyorum.Birisi kendisine “kökleriniz buradaysa (kasteddiği Türkiye) siz niçin amerikadasınız.Yok eğer kökleriniz ordaysa romanlarınızda burayı yani Türk kültürünü nasıl bu kadar zengin işleyebiliyorsunuz?”şeklinde bir soru soruyor.Elif Şafakta kendini Tuba ağacına benzetiyor.Kökleri olan fakat kökleri toprakta değil havada olan Tuba ağacına.Ve kökleri havada olanların birbirlerini daha rahat anlayabileceğini ve birlikte daha rahat yaşayabileceklerini söylüyor.Bence yanıldığı bir nokta var.Batı dünyasının kökleri toprakta havada değil.Ancak o toprak onları zehirliyor.Bu zehrin etkisiyle dünya üzerinde sarhoş gibi dolaşıyorlar.Oysa Elif Şafağın toprağı çok daha farklı.Ancak o toprağını anlayamadığı ve özümseyemediği için toprak onu o da toprağı kabul etmiyor.Daha derin düşünürsek,bizim toprağımız tek bir düşüncenin veya unsurun sonucu oluşmamıştır.Türkiyede yaşayan hiçbir insan kendini sadece Türk olarak tanımlayamaz.Çünkü bu ,bu toprağın yapısını tam anlamıyla açıklamaktan uzaktır.Ve siz kendinizi bu şekilde tanımlarsanız bu toprakla bütünleşemezsiniz,ve kökleriniz havada kalır.Bu toprak Müslüman-Türk tanımıyla anlamını kazanır.Bu toprakla bütünleşmek bu birleşimi özümsemekle mümkün olur.Aksi taktirde ömrünüzün sonuna kadar kökleriniz havada kalır.Ve ömrünüzün sonunda toprak sizi içine alır.Duygu ve düşünce dünyanıza fiziksel varlığınızla birlikte gerçekleri gösterir.

Bu yazı son tartışmalardan çok önce sanırım 2005’in sonu veya 2006’nın başlarıydı yazıldığında.Yani elif şafakla alakalı son tartışmalarla uzaktan yakından alakası yok.

-----------------------------------------------------------

İçimden lanet olsunlar geçiyor.Dilimin ucunda isyan sözcükleri.İçimde bir sıkıntı.Bir dağın tepesine çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmayalı bir hayli zaman oldu.Bunu çoğu zaman gönül dağından yapıyorum daha doğrusu yapmak zorunda kalıyorum.Haykırışlar içimde yankılanıyor ve yine bana dönerek beni vuruyor.Elimde çevremdeki insanlara ve olaylara karşı tek isyan,boğazımdaki öksürük kaldı.Zevkine vara vara öksürüyorum geceleri.Kusuyorum hayatın kıyısına.Ve bir gün çevremdekileri kusmuğumla boğmayı hayal ediyorum.İnsanı kahreden en büyük sıkıntı hakkı olduğu halde sükut etmesi ve aleyhindeki bütün ithafları kalbine gömmesi.Belki de karşı taraftaki ağır adamın düşünmeden kurduğu cümleyi sindirmeye çalışmak.İşte hayatın girdabı

Bu daha önce çalıştığım yerde yaşadığım bazı sorunlar üzerine yazdığım bir yazıydı.13.06.2005

--------------------------------------------------------------

Gece aşkın alevidir.Uyuyamazsın,oturamazsın,yatamazsın.İçindeki volkan patlamıştır bir kere.Balkona çıkarsın ve yıldızlara bakarsın.Teselli ararsın.Ruhun yıldızlara doğru uçmak ister.Buna rağmen bedeninin dört duvar arasına mahkum olması acı verir.Bütün varlığınla sevgilinin yanında olmak istersin.Sonra bir anda gözlerin dolar.Gecenin üzerine,aşkın üzerine ,tutkunun üzerine yağmak istersin damla damla.Utanırsın ağlayamazsın.Elinden bir şey gelmez.Kahrolursun.Bırakırsın kendini gecenin karanlığına.Ve yalnızlığın yumuşak yastığına başını koyarsın.Hüzün yorganıyla örtünür,aşk vadisinin hayal aleminde kaybolursun.

2003’ün sanırım bir yaz akşamı.

21 Şubat 2007

Sükuneti ararken

Bugün günümün öğle ile ikindi arasını camide geçirmeye karar verdim.Bu bir farklılık benim için.Daha önce yapmadığım bir şey.Konyadayken sık sık Mevlana Müzesinin yanındaki mezarlığa gittiğimi hatırlarım.Hayatın ortasından kendime bir yer açarak sükuneti yaşardım.Burada böyle bir şansım yok.Mezarlıklar uzakta kalıyor.İnsanlar mezarları görerek ölümü hatırlamaktansa onları yerleşim yerlerinin dışına atarak hayatlarını ölümden soyutluyorlar adeta.İstanbulda bir mezarlığın kapısındaki (Edirnekapı mezarlığıydı yanlış hatırlamıyorsam) “Her canlı ölümü tadacaktır.” ayetinden rahatsız olan insanlar geldi aklıma. Ne güzel yaşıyorken ölümün anılması huzursuz ediyor insanları.Aksaray’da Somuncu Baba Türbesi vardır.Türbenin yanında bir cami,caminin yanında da ne olduğu tam anlaşılamayan bir kapı.Kapıyı açtığınızda yerin altına inen yaklaşık yirmi basamaklı bir taş merdiven çıkar karşınıza.Merak edip merdivenleri inerseniz dar bir koridorla karşılaşırsınız.Ve bu koridorun sonunda dört veya beş insanın ancak sığabileceği ufak bir odacık.Bu odacık yaşadığı zamanlarda Somuncu Babanın günün bir bölümünü içinde geçirdiği itikaf yeri.Büyük insanlar ölümden kaçmak yerine ölümü içlerinde,ruhlarında yaşatarak yaşamayı bilmişler. “ Ölmeden önce ölünüz.” Hadisini kavramışlar ve hayatlarını buna göre düzenlemişler.
Yalnız kaldığı anlar insanın kendine ayırdığı ender zamanlardır.Diğer insanlarla birlikte olduğu zamanlarda kişi daha çok çevresindeki insanlar için yaşar.Yada onların istekleri doğrultusunda.Yalnız kaldığı anlarda ise kendisi için yaşar.Ve sükunetin verdiği sarhoşluğa bırakır kendini.İşte o anda yaşanılan mutluluk,sevinç vesaire değildir.O anda yaşanılan huzurdur.Diğer duygular daha ziyade vücudla alakalıdır.Vücuttaki adrenalinin yükselmesi veya heyecanla bağlantılı olarak kan basıncının yükselmesi vesaire.Huzur ise kalbin mutmain olmasıdır.Hissetmek ve o tatmin olmanın verdiği ferahlık.İşte insan huzuru hayatının geneline yayarak yaşantısına bir anlam yükleyecektir.Aksi taktirde yaşamanın hiçbir anlamı yoktur.Bu noktada intihar bana daha anlamlı gelir.Tabii doğru değildir ki,bu tamamen farklı bir mesele.
Dün akşam bir sohbet ortamında,söylendiği kadarıyla yaşanmış bir olay anlatıldı.Çok büyük gibi görünen soruların,sorunların ne kadar küçük cevapları olduğunu göstermesi bakımından oldukça hoştu.Evvel zaman içinde bir ailenin bir çocuğu varmış.Ve bu aile çocuklarını tahsil için Amerikaya göndermeye karar vermişler.Göndermişlerde.Bu arkadaş söz konusu ülkede tahsilini sürdürürken ateist olmaya karar vermiş ve başarmışta.Çünkü malum bunun için ayrıca bir tahsile gerek yok.İnanmıyorum demek kafi.(Bir şeyi fark ettim bu olay vesilesiyle.Ateist olmak bana çok zor bir şeymiş gibi geliyordu.Oysa ne kadar kolay.Zor olan iman etmek ve o imanı koruma yolunda mücadele etmekmiş.)Gel zaman git zaman bu arkadaşın Türkiye’ye dönme vakti gelmiş,dönmüşte.Fakat gelgör ki,koç gibi çocuklarını bu halde görünce,ailesini almış bir ah-u figan.Ne yapalım ne edelim derken çocuğun kolundan tuttukları gibi mahallerinin cami imamına,yetmedi müftüye,o da yetmedi üniversite profesörlerine götürmüşler.Fakat çocuk bir türlü imana gelmiyor.Dövsen dövemezsin sövsen sövemezsin,eşşek kadar adam.Bu esnada birisi bir hoca efendiden bahsediyor.O çok bilgili bir insandır.Belki faydası dokunur.Düşünüyor aile.Ne kaybederiz ki.Zaten kaybedeceğimizi kaybetmişiz diyerek varıyorlar hoca efendinin makamına.Ama çocuk muziplik yapacak ya,bak diyor hocam.Ben bir ton İlahiyat profesörüyle görüştüm,yine de tatmin olmadım.Var sen bu işten vazgeç karizmayı çizdirme.Hoca diyor tamam.Ben karizmayı çizdirmeyi göze aldım.Sor bakalım soracaklarını.Çocuk başlıyor konuşmaya.Üç sorum olacak sana.Birincisi;Allah var ise ki ben varlığına inanmıyorum nasıl bir şekli var ve ben niye onu göremiyorum.Tamam mı,tamam.İkincisi;kader nedir,neden böyle belirsiz şeylerle uğraşıyorsunuz?Tamam mı,tamam.Üçüncüsü;Şeytan ateştense ki ateşten olduğu söyleniyor,cehennem şeytana nasıl azap edecek.Ateş ateşi yakar mı?Hoca efendi şöyle bir geriniyor.Bu kadar mı söyleyeceklerin diyor.Çocuk evet diyor bu kadar.Daha sonra hoca bir yanındaki toprak vazoya bakıyor bir çocuğun kafasına.Bir vazoya bakıyor bir çocuğun kafasına.Derken çocuk başına gelecek olan akıbeti görür gibi oluyor ve tam uzaklaşmaya hazırlanırken hoca hamlesini yapıyor ve sen misin bu soruları soran diyerek çocuğun kafasına vazoyu geçiriyor.Tabii her ne kadar çocuğun kafası taş gibi olsa da acıyor.Çocuk başlıyor ağlanıp sızlanmaya. “Hoca madem kızacaktın cevap veremeyecektin ne diye bu işe kalkışırsın?” Hoca diyor bu öfkeden yapılan bir hareket değildi bu cevap mahiyetinde bir karşılıktı.Çocuğun aklı ermiyor bu işe.Tabii birde kafaya inen vazonun acısı eklenince.Sen diyor hoca hissettiğin acıyı görebiliyor musun veya onu belli bir şekle sokabiliyor musun? Hayır.İşte Allahı anlamak istiyorsan aynı mantıkla hareket et.Peki sen bu vazunun kafana geçirileceğini gece rüyanda gördün mü veya daha önceden biliyormuydun? Hayır.İşte bu senin kaderin.Sen topraktan yaratıldın.Bu vazoda topraktan yapıldı.Ama sert bir iletişim sonucunda toprak toprağa acı verebiliyor demekki.Sonuç olarak,fındık kadar aklınla koskoca kainatı tam manasıyla kavrayamazsın.Buna çoğu zaman gücün yetmez.(Son iki cümle bana ait :)
Bu olay bu kadar uzun değildi tabii.Ama bazen içinde yaşadığımız toplumun dilinide yansıtmak gerekiyor.Vesselam bu kardeşimiz doğru yolu bulmuş ama kafasına vazoyu yemiş bir kere.Bu arada ufak bir ayrıntı.Az önce aldığım bir habere göre bundan sonraki yaşantımızın bir bölümü Balıkesir Edremit’te geçecek gibi görünüyor.Atanma tebligatı ulaştı elime ve bu şirin beldede göreve başlamamız isteniyor.Hayırlısı olur inşallah.Umarım zannettiğim gibi fazla turistik bir yer değildir.Sessiz sakin bir yer ararken gürültünün ortasına düşmek istemem.Ama kamp yapmak için çok güzel yerlere yakın olduğunu biliyorum.Özellikle Çanakkale-İzmir arası kıyı şeridi harika manzaralara sahip.Yolunuz düşerse misafir etmekten mutlu olurum.

16 Şubat 2007

Bir Ayriliğin Sonrasinda


Her beraberlik bir ayrılığın habercisi.Kendi mekanından,kendi zamanından,huyundan, suyundan,gururundan...Bazende birlikte olduğun kişiden.Bu durum daha çok insanların birarada olmaktan ne anladıklarıyla alakalı.Bir olmak istemediğin halde bir ilişkiye başlıyorsan ortada bir sorun var demektir.Ve bu sorun ilişkinin her anını etkileyecektir.Karşı tarafın kafasında üç bilinmeyenli denklemler oluşturmak bir ilişkiyi nereye kadar götürebilir.Sorunları çözme işi tek tarafa yükleniyorsa ve bu konuda hiç yardımcı olunmuyorsa ayrılık bir noktadan sonra zorunluluk haline gelmiştir.Kişinin kendi kabuğunu kırması zordur.Şu ana kadar yaşadığı hayatın ona biçmiş olduğu bir rol vardır.Ve bu sınırları zorlamasını,düşüncelerini bir üst alana taşımasını ilk etapta kimsenin kimseden istemeye hakkı yoktur.Bu bir gerçek.Ama şuda bir gerçek ki,karşı tarafın böyle bir derdi,böyle bir isteği olup olmadığını yani ilerleyen zamanlarda kendisine biçilmiş olan rolün sınırlarını zorlamak isteyip istemediğini bilmekte diğer tarafın hakkıdır.Kişi içinde bulunduğu kısır döngüden rahatsız değilse ve değişmek gibi bir derdi yoksa,herşeyden önemlisi karşısındaki insanı önemsemiyorsa...Bütün bunlara rağmen işin kolayına kaçtığımı itiraf etmeliyim ayrılık kararıyla.Kısa sayılabilecek bir süre içersinde karşındaki insanı ne kadar tanıyabilirsin.Kendini ifade edemiyorsa bunda zorlanıyorsa olayları daha geniş zaman dilimine yaymak daha mantıklı olurdu.Bu anlamda yanlış yaptığımın farkındayım.Ama hoşçakal dedikten sonra tekrar arkana bakmak...Sanırım biraz cesaret istiyor.Bu yazılar ideal bir aile oluşturmak isteyen bir insanın ayak sesleridir.Bu konuda toplumda büyük bir sıkıntı olduğunun farkındayım.Eşlerin birbirlerini anlamaması ve birbirleriyle diyalog kuramamaları en açık ifadesiyle "muhabbet"edememeleri ailelerin en büyük sorunu.Bu sorunun erkekten veya kadından kaynaklanıyor olması hiçbir şeyi değiştirmiyor.Önemli olan tarafların kendi şartları içersinde bir şekilde bu diyaloğu,muhabbeti oluşturabilmeleri.Ben böyle bir aile oluşturmanın çokta zor olmadığına inanan bir insandım.Ama daha ilk ayda pes ettim.Bu alanda Allah hepimizin yardımcısı olsun.Ama bu konular tartışılmalı.İdeal bir eş profili oluşturulmalı.Şartlara göre esnek davranabilen,karşısındaki insana değer veren.Bu konuda eleştirilerinizi bekliyorum.Okumak ve sessiz sedasız gitmek sizi bu sorumluluktan kurtarmaz.Bu konuda kafanızdakileri dışa yansıtın ki ortak bir platform oluşturulabilsin.

14 Şubat 2007

Kitap Aydinlatir

Son Ankara seyahatimde 12 yaşında bir kardeşimizle muhabbet etme fırsatımız oldu.Yazılarının ve şiirlerinin olduğunu söyledi.Bzılarını okudu.Heyecanlı bir kardeşimiz.Yaşına göre iyi yazıları ve şiirleri var.Kendisine destek olmak amacıyla yazılarından birini sitede yayınlayacağımı söylemiştim.Şimdi bu sözümü tutuyorum.Yazılara ve şiirlere devam Fatih.Ama özellikle yazılar.Kendini cümlelerle ifade edemediğin zamanlarda kafandakileri kağıt üzerine yansıt.

"Bu günün üniversitesi nedir? Kitap ne olursa olsun bir sayfasını dahi okuyorsak yine bir şeyler anlarız. Bu da ileride bize yardımcı olur. Hergün bir iki sayfa kitap okuyan bir kişi, ileride söyleyecek hazinesi bol olarak karşınıza çıkabilir.
Türkiye de kitap okuma alışkanlığı az olsa bile sokaklarda kitap kaynıyor. Demek ki Türkiye biraz daha kitap okursa birçok yerlerde kitap eksik olmaz.
Kitap bizi aydınlatır, bizi sever ve okşar. Bizim istediğimiz de bizi prens ve prenses ilan eder. Siz elinize alıp kıymet verirseniz konuşabilir hatta şahit bile olabilir.
Kitap günümüzde okuldan sonraya gelip bir bilgisayar denen insan yapımına dökülmüştür. Bilgisayarı olan arkadaşlar bilirler, internette hikaye, roman gibi okuma metin türleri yer almıþtır. Bu da zamanı olmayıp kitap okumak isteyen kişileri, fırsat bol şekilde verilmiştir. Bunu da insanlar iyi bir şekilde değerlendirmelidirler.
Kitabın ulaşamadığı yer yoktur. Kitap bizi güçlendirir. Kitap iyiliği sayamayacağımız kadar çoktur. Zararını siz söyleyin.
Üniversitenin kitaba ihtiyacı vardır. Bu da önemli bir kaynaktır. Biz biz olalım bu kaynağı bilelim ve okuyalım.


02 Şubat 2007

Hayatin inceldiği anlar

Vakit gece yarısı.Sessizlik hakim ortama.Sadece bahanın şarkıları duyuluyor bilgisayardan.Bugün yedi saatlik bir uğraştan sonra bilgisayarı eski sağlıklı haline getirebildim nihayet.Uzun zamandır bugünkü kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum.Bir an için dünyadaki bütün şeytanların başıma toplandığını sandım.Öyle bir hiddet ve öfke.Bu esnada yatsı ezanı okunmaya başladı.Abdest alıp camiye gittim.Ve cemaatle yatsı namazını ifa ettik.Bir rahatlama geldi ardından.İbadetin verdiği ferahlık.Sonra bir sohbet ortamına dahil oldum.Ortamda bulunan dertli insanlarla muhabbet ettik.Huzuru hissettim varlığımda.Sen geldin aklıma.Bu huzuru seninle paylaşmak istedim. “Karanlık içine çeker geceleri.Yanlızlığı yaşarsın.Bir ışık ararsın.Birbirimizin ışığı olabilmemizi diliyorum.”
Bir bütünü tamamlayabilme çabasıdır ilişkiler.Emek ister,yürek ister bu anlamda.Anlayış ister hiç olmayacak zamanlarda ve mekanlarda.Bundan dolayıdır ki,yüreği geniş olanlar mutludurlar huzurludurlar birlikteliklerinde.Bu insanlardır hayatın her alanında zorluklarla karşılaşabileceklerini bilenler.Ve buna rağmen sabrederek bu zorlukları aşanlar.Sevmek her yiğidin harcı değildir derler eskiler.Bu alanda verilir en büyük mücadeleler,savaşlar.Sevmek bu yüzden zordur.Bir o kadar da güzeldir iki insanın birbirini tamamlaması.Sevgiyle yoğrulup sevgili olması.Buna değer vermesi ve bunu yaşatmaya çalışması.Biz bu güzelliklere talibiz.Mutlu bir aile oluşturmanın zor olmadığına inanıyorum.Yeter ki taraflar kendilerine düşen sorumlulukları bilsinler ve birbirlerine karşı saygı ve sevgiyle muamelede bulunsunlar.Saygı ve sevgi.Bir ailenin mutluluğu bu iki kelimede saklı.Bir bütünün parçaları.Biri olmadan diğeride anlamını yitiriyor.Saygı olmadan sevginin oluşması mümkündeğil.Sevgi olmadan saygı ise tatsız,renksiz,fazla resmi.Bir kurumda belki ama ailede asla.İki insan aralarından dünyayı çıkarabildikleri ölçüde mutlu olacaklardır.Öpüşmenin bir anlamıda budur der bir yazar. Gözkapaklarım kapanmaya başladı.Uyku ağırlığını hissettirdi.Gece içine çekiyor.Direnmiyorum.Veuyuyorum güzel sabahlara uyanmak umudu ile..