28 Mart 2007

GECENİN RENGİ


Yaşamak istiyorum.sadece yaşamak.baş harfinin büyük olması,altının çizili olması veya tırnak içine alınmış olması gerekmiyor.beyaz bir perdenin üstündeki kırmızı desenli güller gibi.Dünyayı dünyamı aydınlatan ay ışığı gibi.Bir şarkının ruhumu okşayan nağmeleri gibi.Bir kızın bakışlarındaki utangaçlık ve bir o kadarda çekicilik.Bir gece vakti herhangi bir evin herhangi bir penceresinden gözlerime yansıyan ışık gibi.Pili bitmiş bir saatin ileri mi gitsem yoksa geri mi diye tereddüt eden saniyesi gibi yani.Bir sırt ağrısı vücudu yorgun düşüren.Bir kalp sızısı ısıtan,yakan gelgit yaşatan.kapağı hafiften kıvrılmış Bir kitabın sessizce yerinde durması okunmayı beklemesi.Parfüm şişesinin içindeki sıvının insanları etkilemek için sabırsızlanması.bir telefon ve konuşulmayı bekleyen kelimeler,ince ince.Ve hafiften kapanmaya başlayan göz kapakları.Hayata ara verme zamanı.Dinlenmek yeniden dirilmek için.

25 Mart 2007

.........Ve Edremit,


Bir yazının ilk cümlesi bazen tüm yazıya bedeldir.Çünkü yazmaya nereden ve ne şekilde başlayacağını bilemez insan.Bu rahat yazmaktan ziyade yazıya hakim olmakla alakalıdır.Eğer yazıya hakim olamıyorsanız yazacaklarınız bitmiştir fakat siz yazmayı düşündüğünüz konu hakkında tek bir kelime dahi etmemişsinizdir.Yada yazacaklarınız hayatınızın bir bölümüyle alakalıdır ama o bölümü bir türlü hayatınızdan çıkarıp alamazsınız.Çünkü o bölüm hayatın bütününden bağımsız olduğunda hiçbir şey ifade etmemektedir.Bu düşüncelerle başladım yazmaya.Ve Edremit dedim,sonra virgül koydum.Nokta koymak vardı aklımda aslında ama nokta koymanın Allah’a mahsus olduğunu düşündüm.İnsan ancak virgüllerle birbirine bağlanmış cümleler kurabiliyor hayatta ki çoğu zaman iki virgül arası boş kalıyor,öylesine yaşantılarla.Öylesine yaşanan bir hayatta değersizleşiyor.Bireyi toplum içersinde öylesine bir insan kılıyor.
Gelmeden önce Edremitin ismini çok defa duymuştum.Kafamda,20 bin civarında bir nüfusu olan sessiz sakin bir kıyı kasabası olarak belirmiş.Oysa gerçekler çok daha farklı.Merkez olarak 55 bin,Altınoluk,akçay gibi kendine bağlı belediyelerle birlikte 100 bin civarında bir nüfusa sahip.Halkın genel geçim kaynağı tarım.İlçe zeytin ve zeytinyağıyla meşhur.Edremit zeytinini duymayanımız yoktur.İnsanların çoğu zeytincilikle uğraştığı için her tarafta zeytin ağacı görebilmek mümkün.Dağda,ovada deniz hariç her yerde yani.İmkan olsaymış inanıyorum ki oraya da dikerlermiş.Çünkü öyle enteresan yerlere dikmişler ki.Ev sahibimin dediğine göre bir de çileği meşhurmuş buranın.Ben hiç duymamıştım bunu.Kendisinin de büyük bir çilek tarlası varmış.Henüz görmedim ama çilekler olduğunda beni tarlaya götüreceğine dair söz verdi.Ürünün bir kısmını dışarıya gönderdiklerinden bahsetti.Öyleyse gerçekten kaliteli dedim.Evet dedi,meşhur dedim ya.Tarımla uğraşan halk daha ziyade kenar mahallelerde oturmayı tercih etmiş.Bu yüzden bu yerlerde adım başı kahvehane var.Bir sokakta 7-8 tane kahvehane olabileceğini ayrıca hepsinin de dolu olabileceğini ben ilk defa burada gördüm.Bazen kendimi yanlız hissediyorum.Geceler uzun gündüzler dar geliyor.Çevremdeki insanlara bakıyorum.Onlar ne yapıyorlar yalnızlıkla baş etmek adına diye.Gündüzleri bir koşuşturmadır gidiyor.Herkes kendi derdinde.Akşamları ise kahvehanelerde görüyorsun insanları sohbet ederken.Acaba diyorsun.Ve bir akşam iş ortamından tanıdığın birinin uğradığı bir kahvehaneye gidiyorsun.Konuşmuyorsun sadece seyrediyorsun ortamı.Konuşmalar biraz adap dışı geldiği için rahatsız oluyorsun.Bir ara karşında oturan şahıs “bizim hayatımız böyle,cümlelerimiz bunlardan ibaret” tarzında bir iki cümle kuruyor.Bu sizin hayatınız.Rahatsızlık duymuyorsanız istediğiniz gibi yaşama hakkına sahipsiniz diyorum.Bu insanlardan tabii ki büyük cümleler kurmalarını bekleyemezsiniz.Ama edep adap önemli değerlerdir.Bir insanda bu meziyetler yoksa bu insanın yanında durmak tamamen zaman kaybıdır.Evim ilçe merkezinin biraz üst kısmında.Belediyenin yaptırdığı bir sitenin içersinde.Site iki kenar mahallenin ortasında kalıyor.Yani bizim köydeki tabirle yukarı mahalle ile aşağı mahalle arasında.Bu mahallelerin insanlarını seviyorum.Her ne kadar biraz adaptan yoksun olsalar da.Çünkü rahat hareket ediyorlar.Yapmacıklıktan uzaklar.Yaşamlarımız birbirine benziyor.Sade.Medeniyet denilen medeniyetsizlikten nasibimizi almamışız.Bu yüzden şanslıyız.Camilere gelecek olursak..Edremitte benim gördüğüm kadarıyla yeni denilebilecek cami sayısı oldukça az.Camilerin çoğu eski tarihlere dayanan küçük ama bir o kadar şirin,gerçekten estetiğin ön plana çıktığı hoş eserler.Özellikle ara sokaklarda eski evlerin arasında kalmış camiler var ki görülmeye değer.Bu gibi yerlerde her sokak başında bir tatlı su çeşmesi bulmak mümkün.Yeni yapılaşmalarda ise yada başka bir tabirle yeni oluşmaya başlamış mahallelerde bu özellikler bu güzellikler yok.Bir fotoğraf makinesi aldığımda bu görüntüleri yansıtacağım inşallah.Ve çalıştığım yer.Kaymakamlık binası içinde bir kurum.Bina hareketli bir sokağın tenhasında.Belki de yeni boyandığından oldukça şirin görünen bir yapı.Geniş bir bahçe ve insanların oturmaları için yapılmış tahtadan banklar.İki katlı Tanzimat dönemini hatırlatan bu yapının sırıtan tek noktası kapısı.Orjinal olmadığı belli olan bir demir parçasından yapılmış alelade bir soğukluk.Ama bu sırıtış binanın genel görüntüsü içinde eriyor.Kaymakam beyle tanışmak nasip olmadı ama belediye başkanı işlerinden dolayı sık sık uğruyor.Güler yüzlü temiz bir insana benziyor.İş arkadaşlarım ise yada ağabeylerim,ablalarım diyelim ( 26 yaşla içlerinde en küçük ben kalıyorum ) içten samimi insanlar.Ve işlerinde profesyoneller.Her ne kadar memurluk profesyonellik gerektirmese de J Onların sayesinde ve iş yoğunluğu sebebiyle kısa bir sürede işin mantığını kısa bir sürede az buçuk kavradım.Sağolsunlar ellerinden gelen yardımı gösteriyorlar.Yönetici konumunda,bir bayanın olduğunu öğrendiğimde biraz rahatsız olmuştum.Çünkü işin gerçeği bu konumdaki bayanlar biraz kompleksli olurlar.Neyse ki yanılmışım.kendisini tanıdıkça düşüncelerim değişti.Çalışanını koruyan,olaylara karşı şaşırtıcı derecede sabırlı,nerede nasıl hareket etmesi gerektiğini gayet iyi bilen bir insan.Bir kurumun gün içinde alabileceği işlem sayısı 20 ila 30 arasında değişir.Yani kapasitesi budur.Bizde ise bu sayı gün içinde 60 ila 80 arasında değişiyor.Böyle bir ortamda insanların nasıl bir stres altında olduklarını görmeden bilemezsiniz.Muamele yaptırmak isteyen insanlar genelde il dışından İzmir,İstanbul veya Ankaradan gelen insanlardan oluşuyor.Bazen yurt dışından.Dolayısıyla bu insanlar işlerini bir günde en geç iki günde bitirmek istiyorlar.Sizde bunları yetiştirmek zorundasınız.Bazen ip kopuyor.Bağırışmalar,tartışmalar…tam bir film sahnesi.Gün içersinde bütün bu gürültü patırtıdan sonra akşam evime geldiğimde yalnızlık gerçekten çok cazip geliyor. Hiçbir şehir ilk bakışta kendini ele vermez.Ancak içinde bir müddet yaşadıktan sonra o mekanla alakalı yorum yapabilirsiniz.İnsanlarını tanıdıkça,yapılarıyla özdeşleştikçe,sokaklarında yürüdükçe,havasını soludukça,ekmeğini yedikçe,ve içinde aşkı yaşadıkça…Bilemiyorum ömrümüzün ne kadarlık bir kısmı burada geçecek ama içimden bir his buradan alacağım çok şey olduğunu söylüyor.

18 Mart 2007

Bir gazetede Çanakkale zaferinin 92.yıldönümüyle alakalı olarak siyasilerden gelen mesajları okuyordum.Bir şey dikkatimi çekti.Sayın Cumhurbaşkanımızla anamuhalefet lideri statüsündeki şahıs dışındaki herkes daha ziyade olayı millet ve maneviyatla alakalandırırken bu iki zat laiklikten bahsetmişler.Sayın Baykalın mesajına bakarmısınız: “Şehitlerimizden alınması gereken ders bağımsızlık,özgürlük,birliktir.Şimdi bölücülük ve irtica tehditleriyle karşı karşıya kalan laik Cumhuriyetimizle kazanımlarını,sandıkta kurtaracak ve koruyacağız.” Allahım sen bu densize akıl fikir bize de sabır ver.Bu adam sadece Türkiye için değil tüm insanlık için zarar.Adam Çanakkalenin,şehit olmanın ne olduğunu hiç anlamamış olacak ki mesajında seçim propagandası yapıyor resmen.Yazıklar olsun sana be.Terbiyesiz herif. “Sandıkta kurtaracakmış koruyacakmış” Tövbe tövbe.Be fikirsiz adam orada ölen insanlar dinleri için öldüler.Hiç mi tarih kitabı okumadın hiç mi düşünmedin.Bir insan bu kadar mı kör ve sağır olur.
Ne zamandır haber okumuyordum.Evimde zaten televizyon (Cemil Meriçin deyimiyle Aptal Kutusu) yok.O yüzden gayet rahattım.Son birkaç gündür gazete alıyordum sadece.Hadi gündemden uzak kalmayalım diyerek.Yok kardeşim dünya gündemini takip edeyim derken insan kendi gündeminde oluyor.

17 Mart 2007

Bir film analizi

Hasretkainat.Özlenen bir hayatın özeti.Yaşanılabilir bir dünyanın hasreti.Kainatın yani sonsuzluğun içinde bir harf;olmasa da bir virgül olma çabası.Sevme derdi,kardeşlik muhabbeti ve insan olma şerefi.Yaşama ve yaşamaya vesile olma güzelliği.İslamı özümseme ve onu kalbinin derinliklerinde hissetme.Bir tebessümün çevrende oluşturduğu etkiyi görebilme.Bir kelimenin belki bir cümlenin hayata kattığı anlamı görebilme.Noktasız ve virgülsüz bir hayatın ne kadar darmadağın ve savruk olduğunu idrak etme.Tek kelimeyle kainatı okuyabilme.İşte asıl mesele.
Az önce “Abdülhamid Düşerken” isimli bir film izledim.Bilmem seyrettiniz mi? Benim oldukça hoşuma gitti.Filmi yazanlar ellerinden geldiğince tarafsız davranmaya çalışmışlar.Ama Abdülhamid biraz arka planda kalmış gibi geldi bana.Birde müzikler.Timur Selçuk kusura bakmasın ama bence müzikler filmle bir bütün oluşturamamış.Sanki biraz sırıtıyor.Filmin konusuna gelince;Sultan Abdülhamid’in son dönemleri ve ittihat
terakki cemiyetinin kuruluşu,büyümesi ve idareyi ele geçirmesi.Yani 31 Mart vakası.Yada diğer bir tabirle darbesi.Ayrıca olaylar içinde bu cemiyetin hayat anlayışı,felsefesi,içine düştüğü çıkmazlar anlatılmaya çalışılmış.Filmi izlerken o günü ve bugünü karşılaştırdım kafamda.Ve o dönemde yaşanılanlarla bugün yaşanılanlar arasında çokta fazla bir fark göremedim.O gün ittihat ve terakki kendince çağdaşlığı ve yine kendince milliyetçiliği savunuyordu.Size Arabistandaki ve diğer coğrafyadaki Araplara zorla türkçe öğretmeye çalıştıklarını söylesem bilmem bana inanırmısınız.İnanmazsanız da araştırın.Ve milliyetçilik adına buna benzer binbir türlü faaliyetler.Çağdaşlık konusunda ise bir Fatih’i veya Kanuniyi esas almak yerine Fransaya tabi olmuşlar.Dolayısıyla kültürlerinden yani benliklerinden uzaklaşmışlar.Ama toplum bu kafa yapısına bir türlü ayak uyduramamış.Bugün dahi bunun sıkıntılarını yaşıyoruz aslında farkında olarak veya olmayarak.Dünle bugün arasındaki tek fark o gün ittihat ve terakkinin düşünceleri tek bir çatı altında toplanmıştı.Bugün ise bu düşünceleri birbirine ters gibi görünen ama birbirlerinden hiçte farkları olmayan iki ayrı grup temsil ediyor.Biri bu toplumun değerlerine tamamen yabancı,diğeri ise ne ne olduğunu nede ne olacağını bilmeyen toplumun değerlerine sahip çıkıyormuş gibi görünen ama yaşadıkları hayata baktığınızda diğer gruptan hiçte farklı olmadığı görülen kendini bilmezler.
Osmanlının ümmetçilik esasıyla bir arada tuttuğu üç kıtayı milliyetçi politikalarla darmadağın etmiş ittihat ve terakki.Oysa dinden tecrit edilmiş bir milliyetçilik oldukça kaba ve yavan kalıyor.Uzlaşmayı değil çatışmayı getiriyor.Sen yine Türk olarak kal.Ama Müslüman üst kimliğini kullan ki,bütün İslam alemiyle hemhal olasın.Dar düşünceler bizi balkanlardan ve afrikadan,arabistandan anadoluya kadar sürüklemiş.O zamanlarda anadoluyu işgal etmeye kalkan frenkler şunu görememişler.Kaybedecek bir şeyi kalmayan bir milletten daha tehlikeli bir şey düşünülemez.Özelliklede bu özgürlüğüne düşkün Türk Milletiyse.Allahın yardımıyla o günler bir şekilde geçip gitmiş bütün acılarıyla ve kahırlarıyla.Bir daha da o günleri yaşamayız inşallah.Çünkü aynı atmosferi atalarımız gibi sabırla göğüsleyebilir miyiz bilmiyorum.Yazıyı filmdeki bir türküyle bitirelim.

Girizler başından hoplayamadım aman aman
Döküldü cephanelerim toplayamadım
Düşman galip geldi haklayamadım aman aman
Amanın amanın efelerim yandırman beni
Bir hiç uğruna da efem öldürmen beni



Not:Bu Pazar 18 Mart.Yani Çanakkale zaferinin 92.yıldönümü.Bu ruhu,Çanakkale ruhunu yaşamaya çalışalım o gün.Nasip olursa Pazar günü o mekanlarda olmaya çalışacağım.O gün o mekanlara gelme şansı olanlar bence bu fırsatı kaçırmasınlar.

09 Mart 2007

Başliksiz bir yazi

Bir haftanın ardından ancak girebildim internete.Hadi kendimizi kandırmayalım.Girebilirdim ama iş çıkışı eve gidip yatmak daha cazip geldi.Memur adam yorulurmu kardeşim bırak bu lafları diyenlere saygılar sunuyorum.
Bir iki mesaj gelmiş bazı yazılara.Neden insanlar okumayı öğrenmeden okumaya kalkarlar bunu anlamak mümkün değil.Filistin ve Lübnan'la alakalı ufak bir yazı yazmıştım.Sitenin oluşmaya başladığı ilk zamanlarda.Hala duruyor o yazı.Araştırırsanız bulursunuz.Bir arkadaşımızın o yazıya gönderdiği mesaja bakarmısınız:"güzel söylüyorsun da bunlar işin hikaye kısmı. filistin lübnan yada ıraktan önce türkiyeyi kurtarsanız diyorum, nasıl olur?"Be mübarek adam.O yazıyı nasıl okuyorsun ki bu cümleyi kurabiliyorsun?Sen girme aslanım bu siteye.Sen git bir kafanı toparla,hayat üzerine bir iki cümle kur,kelimeleri tanı,cümle kurmayı öğren ondan sonra gel seninle konuşalım.Ama herşeyden önce düşünmeyi öğren.Muhabbet olsun diye yazı okuma.Tamam?Bizim kimseyi kurtarmak gibi bir derdimiz yok.O yazıyı mantıklı bir şekilde aklıyla ve kalbiyle okuyan sıradan bir insan bunu anlayabilir.Ama sen kendini çok akıllı gördüğün için bunu anlayamıyorsun.Buda çok normal.
Yazıların mesaj kısmını kaldırıyorum.Samimi arkadaşlar mesaj bırakmak istiyorlarsa mail adresimi kullanabilirler.hasretkainat@mynet.com
Birde neden insanlar bir isim bırakmaktan bu kadar korkarlar anlamıyorum.Kendi isminizi kullanmasanız da hiç değilse bir rumuz bırakabilirsiniz.Ama bu şekilde daha rahat hareket ediyor insan.Hareket alanı genişliyor.Kendini ele vermeden çekip gidebiliyor.
Sanırım İsmet Özel'i anlamaya başlıyorum :)
Bu hafta sonu kendi evime taşınıyorum inşallah.Yolunuz edremit taraflarına düşerse misafir etmekten mutluluk duyarım.Ev müsait :)
Bir sonraki yazı edremit ve iş ortamıyla alakalı olacak inşallah.Biz burdayız her ne kadar bazen uğrayamasakta.Sizde orda olursanız biz paylaşmaktan konuşmaktan zevk alırız.Gecemiz mübarek olsun.

03 Mart 2007

Bir nefes...ve ardindan gelenler

Bu yol ne kadar ince Allahım ! Saniyeler arasında değişen bizler aynı noktada nasıl duracağız bilmiyorum. “Bu yolda nefesi muhafaza ve ona riayet etmek mühimdir.Gerektir ki her nefes huzur ve bilgi ile alınıp verilsin.Nefesini koruyamayanlara yolunu şaşırmış gözüyle bakarlar bu yolda.” deniliyor tasavvufi metinlerde. Şah-ı Nakşibend:

— Bu yolda terakkinin temeli nefes üzerindedir. Her nefeste hale bakmalı ve mazi ile istikbali düşünmekten uzak kalmamalıdır. Nefesin giriş ve çıkışında iki nefes arasını öyle muhafaza etmelidir ki hiç biri vücuda gafletle girip vücuttan gafletle çıkmasın.
Şeyh Necmeddin Kubrâ ise meşhur risalesinde nefes sırrını şöyle anlatıyor:


— Allah'ın zat ismi «hâ - he» harfinden ibaret olup başındaki «elif» ve «lam» harfleri tarif edatıdır, işte her nefeste bu harf ve isim cereyan eder. Sahibi ister farkında olsun, ister olmasın. O şey ki, içinde o isim cereyan etmez, hayata müstehak değildir. Şu halde bütün canlıların nefes alış ve verişleri, bilen ve bilmeyen için hep o isimledir. Marifet yolcusuna düşen borç ise bu inceliği bilmek ve her nefeste Allah ile olarak huzuru elde tutmaktır.

Bilmiyorum nasıl yaşamalı ve bu halleri yaşam tarzı yaşam felsefesi haline getirmeli.Ama bildiğim bir şey varsa o da bu yolda olmaktır.Hangi şartlarda ve hangi zaman diliminde olursak olalım bu yolda kalalım inşallah.Bir metin okuyordum ve paylaşmak istedim.

02 Mart 2007

Sözü dilde hayali gözde kaldi

Bir Cuma gününden ne zamandır böyle bir lezzet almamıştım.Gönül gözüyle bakınca yaratılanlar ne kadar farklı görünüyor.Kalp huzurlu olunca hayat ne kadar güzelleşiyor.Ah birde o huzurda sabit kalabilsek.Yanlış hatırlamıyorsam bir metinde şöyle bir cümle vardı: “Sözü dilde,hayali gözde kaldı.” Huzurda olduğumuz anların tek cümleyle özeti.Tek derdimiz bu ruh halini hayatımızın geneline yaymak.
Güneşin batışını izledim dün bandırma sahilinde.Sonra gece bir otobüs penceresinden ayı seyrettim.Yıldızları,karanlığı.Yanından geçtiğimiz köylerin ışıklarını seyrettim sonra hayata yansıyan.Işıklar her zaman insanın önünü aydınlatmıyor.Bazen de hayatını aydınlatıyor insanın.Bir bütünün varlığını,bir düzenin parçalarını hissettim tekrar tekrar.Bu bütünden,bu düzenden ayrı yaşamaya çalışan kendi aklına güvenerek farklı yollar deneyen insanlara-kendime baktım sonra.Bir rehavetin kollarında sürüklenen insan kendinden bihaber ne kadar yaşayabilir.Sanırım bunlar kendini toparlamanın ayak sesleri.Daha güçlü daha yüksek sesli olmasını diliyorum.Asaf Halet Çelebi’nin bir şiiri geldi aklıma.

adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne beni adem


zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinde


çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden

adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak