21 Temmuz 2008

Eski Bir Tapınak Yazıtı


Bir süre önce bir yazı geçti elime.Eski bir tapınak yazıtı başlığı altında yaklaşık yarım sayfalık bir yazı.Her ne kadar eski bir tapınak yazıtı olduğuna inanmasam da içinde geçen cümleler oldukça etkileyici geldi.Keyfim yerinde olmadığında veya hayat dengesizleştiğinde başvuru kaynağım oldu.Birçok yönüyle yaşanılası ideal bir hayatın işaretleriyle dolu.Ben şahsım adına daha ilk cümlede tabiri caizse çuvallıyorum.Ya tamamen susuyorum ki bu durumda doğal olarak ‘hastamısın bugün pek keyfin yok’ tarzında cümlelerle muhatap oluyorum,yada kendimi kaybediyor konuşma sınırını aşıyorum.İkinci cümle ise son zamanlarda hayatıma adapte etmeye çalıştığım bir davranış.Gerçektende insanlarla gerektiği kadar konuşup gereken davranış ölçütlerini sergilediğinde hepsi bir kenara önüne gelene elhamdülillah gelmeyenede eyvallah demeyi öğrendiğinde olayları arkanda bırakıyor akşamüstü evine gittiğinde ne işi nede o gün yaşanılan olayları anımsamıyorsun.Ama bu noktada evde seni bekleyen hanımın güleryüzü önemli  Asık bir surat ve tafra dolu davranışlarla dolu bir insan hayatı ızdıraba çevirir ki bu da kişi için küçük kıyamettir.Tabi bu durum erkekler içinde geçerli.Gün içersinde karşılaşıp Allah kocasına sabır versin dediğim kadınlar olduğu gibi Allah karısına sabır versin dediğim erkeklerde oluyor.Olayı daha fazla uzatmadan bahsi geçen metinlere geçiyorum.Umarım size de etkileyici gelir.

‘‘Gürültü-patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama hiç kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceği bir işi seçersen yaşamın boyunca bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bile kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; onu küçümsersen, sen de besinsiz kalır küçülürsün. O yoğun sevgi, çöl ortasındaki bir bahçe gibidir. O bahçeye layık bir bahçivan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı kısa bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda yenik düşmen bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras onur ve dürüstlüktür.
Yılların rüzgar gibi geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan tutkuları gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın etkinliklerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman,yelkenlerini rüzgara göre ayarla;insanlara göre değil.Çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil gemiyi limana sağ salim getirip getiremediğinle ilgilenir.Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki,evreni yargılamak imkansızdır.Onun için,kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol.herşeyden önemlisi sabırlı ol,sevecen ol,erdemli ol.’’

Xsentus (İ. Ö. 9. yüzyıl)

01 Temmuz 2008

insan hakları üzerine


İnsan hakları terimi hep itici gelmiştir günlük hayatta.İçinde kullanıldığı yazılarda veya konuşmalarda hep sırıtıyor gibidir.Ve benim için hiçbir anlam ifade etmemektedir aslında.İnsan hakları terimini inkar etmek veya yok saymak işin kolayına kaçmaktır. Kişi inkar etmekte özgürdür. Ama esas olan ise alternatif üretebilmektir. Yani insan hakları teriminin yokluğunda o terimin boşluğunu dolduramadıktan yani alternatif oluşturamadıktan sonra bu eleştirinin dayanılmaz hafifliğine teslim olmak demektir. İnsan ilk olarak hak kelimesinden ne anladığıyla başlamalı meseleye. Kafasında oluşacak tanım ilerisi için bir referans olacaktır. Neye göre veya kime göre hak? Nasıl bir bakış acısı ortaya konulmalı? Meseleye bireysel mi, toplumsal mı yaklaşılmalı? Soru içinde soru. Soruların cevapları ayrıntılarda gizli. Belki de ilk insanın ortaya çıkışında. Soru işaretlerini aşanlar o noktaya kadar gidebilenlerdir.Bu konuda kitaplara bakarsanız tanım olarak insan hakları insanı, insana karşı korumak şeklinde tanımlanır. Ve bilmem hangi milletin bilmem hangi beyannamesi buna örnek gösterilir.Ve biz bu terennümleri (başka bir ifadeyle teraneleri) her kitabımıza koyar ve her cümlemizin başına veya sonuna ekleriz.Oysa biz bu konuya bin ikiyüz sene önce gönderilen İlahi kitaptaki ifadeler ve onun açıklayıcısı Peygamberimizin cümleleriyle kendimize göre bir açılım geliştirmiş ve konuya bakışımızı belirlemişiz.Batı dünyasının on sekizinci yüzyılda geliştirmiş yada keşfetmiş olduğu insan hakları terimi yaptığı haksızlıklara karşı kendi vicdanını rahatlatmak adına uydurmuş olduğu bir aldatmacadır.İşine geldiği zaman kullandığı işine gelmediği zamanda hasır altı ettiği bir söz oyunu.Mesele aslında onları sorgulamak değil,mesele adamların kendi vicdanlarını rahatlatmak için ürettikleri kelime oyunlarını kabullenip sanki yitik malımızmış gibi sahiplenmemizde.Bu kelimeler (terimler veya deyimler ismini ne koyarsanız) onların geçmişleriyle ve içinde bulundukları anla hesaplaşmaları.Oysa bizim bu anlamda,dinimizin hayatımızın merkezine yerleştirdiği bir kul hakkı anlayışımız var.Tertemiz bugüne kadar kirlenmemiş ve bu günden sonrada kirlenmeyecek olan bir hak anlayışı.İnsan kendine yabancılaşınca elindekileri de göremiyor.İşte bu anlamda üretilecek bir alternatif yok yaşanacak bir gerçeklik var.Kaypak ifadelerden kurtulup bir anlamı olan,gerçek ifadeleri kullanmak ve yaşamak esastır zannımca.